SİYASAL İSLAM VE NURCULAR
Röportaj ve fotoğraflar: Erhan Akkaya
Soru: Yeni kitabınız hayırlı olsun. Hazırlamaya nasıl karar verdiniz? Biraz bahsedermisiniz?
Cevap:Bu kitap benim kitabın değil. Bu kitap okuyucuların ısrarı üzerine ortaya gelen bir çalışmadır. Okuyucular mütemadiyen gazetede çıkan yazıların kitap olup olmayacağını sordular. Ve birkaç yerede müracaat etmişler. Arkadaşlar da çıkan yazıların bir araya getirilip kitap olarak çıkarılmasını istediler. Bu kitabın yalnız gazetede çıkan günlük yazılarla çıkması biraz çıplak gibi geldi. Onu giydirmek gerekiyordu. Kitabın iyi anlaşılması için asrı saadetten bediüzzaman said nursiye kadar ve onun vefatına kadar devam eden süreç içerisinde siyasal islamın değişerek gelişimi üzerinde durduk. Kitaplarda sünnette ve diğertarihi vakalarla onu belli bir şekilde doldurmaya çalıştık. Yine bediüzzaman said nursinin talebelerini bekleyen siyasal islam tehlikesi üzerinde durduk. Hem bizzat talebeleri hem de risalei nuru okuyanları bekleyen siyasal islam tehlikesini örneklerle yani geçmişte bediüzzaman hayattayken siyasal islamcılar üzerinden onun talebelerine nasıl el attıklarını o günkü rejimin nasıl ilgilendiklerini örneklendirerek anlatmaya çalıştık. Olayı bu çerçevede 1970li yıllara getirdik. 1970 li yıllarda da nasıl bir süreç takip edildiğini günlük yazılarda zaten bunu anlatmıştık. Kitabın önemli bir kısmıda hatime bölümünde ortaya geldi. Burada bediüzzaman said nursinin talebelerinin tehlikelerile birlikte vartaları üzerinde durduk. Yani siyasal islamın vartları siyasal islamın özellikleri… ve bir de siyasal islamdan korunma çareleri… yani nasıl kurtulacağız biz siyasal islam tehlikesinden sonuç bölümünde de ittihadı islam uhuvveti islam müslümanların birlik ve beraberliğini tekrar vurgulamak istiyoruz. Çünkü hakikaten bu kitabın içerisinde şahıslardan bahsetmedik. Prensipleri anlattık. Bir ayna koyduk. Herkes o aynaya bakarak ben siyasal islammıyım değilmiyim veya o karede görünüyormuyum veya hangi tarafın siyasal islama daha yakın. Veya da siyasal islam tehlikesi var mı? Gibisinden nasıl bir süreç takip ediliyor. Hastalğın seyri kaçıncı evresinde hastalık bu gibi noktalar için sonuç bölümdede birtoparlanmayla… sonunda da istifa de ettiğimiz risalei nurdaki bazı ekleri ileve ettik. Yani çok önemli nazarda tutulması lazım gelen mektupları, bazı yerleri ekler bölümünde koyarak böyle bir çalışma yaptık. Küçük küçük başladık fakat sonra çalışma genişledi.
Çalışmanın bir tarafı da şu olacak : tarihçilere yardımcı olacak. Bu yedi sekiz sene içerisinde yazdığımız yazılarıntoplamıdır yani. 7-8 sene içerisinde siyasayl islam nasıl bir seyir takip etmiş. Yani sekiz sene önce biz ne söylemişiz. Sekiz sene sonra ne söylemişiz. Söylediklerimiz örtüşüyormu birbiriyle, tenasüp mü teşkil ediyor. Yoksa yanlışlarımız varmı bu süreç içerisinde… tarihçilere de faydalı olacak bir tarz takip ettik. Önemli olan cenabı hak ihlasla bitirmeyi nasip etsin. Ve inşaallah tesirin halk etsin. Bu çalışma benim kendi şahsi çalışmam değil. Buçalışma şahsı manevinin çalışması yani okuyucusuyla gazetesiyle neşriyatta çalışan arkadaşların büyük özverileriyle fedakarlıklarıyla ve bu istikamette teşvik eden arkadaşlarımızın yardımlarıyla meydana gelen herkesin içinde katkısı olan, şahsı maneviye mazhar olacak bir çalışmadır diye düşünüyoruz.
***
Soru: Nedir siyasal İslam ya da Siyasal İslamcı? Bir tarifini yapar mısınız?
Cevap: İslamiyeti politik bir alet olarak biryerlere ulaşmak için bir alet olarak kullanan ve bu şekilde ortaya çıkanlar biz siyasal islamcı diyoruz. Bu asrı saadetten beri gelen bir şey. Yani islamiyeti bir yere ulaşmak için kullanmış. İşte muvaiye, işte selefiler işte şia hep böyle bir yerde kullanıyor.
Soru: Bediüzzaman Hazretleri Eski Said döneminde siyaseti dine hizmetkâr etmeye çalıştığını, ama siyaset yoluyla dine hizmet etmeye çalışmanın zor ve tehlikeli olduğunu söylüyor bu konuda ne söylersiniz?
Cevap: Çoğu yerde de şunu söylüyor Bediüzzaman Hazretleri o zamanlarda da ben siyaseti dine hizmet ettirmeye çalıştım diyor. Burada da Üstad siyasal İslama girmiyor ve fetva da vermiyor.
Soru: Bir de yüzde 60-70 meselesi var. Emirdağ Lahikasındaki bir mektupta Üstad, “İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.” diyor.
Cevap: Sultan Abdülhamit için Üstad Hazretleri dini kullandığını söylüyor. Neticesi zararı büyük oldu diyor.
Üstadı Asr-ı Saadet düzleminden ayıramıyoruz. Ayetten hadisten ayıramıyoruz. Çünkü Üstad kendisini, düşüncesini ayet ve hadisle Asr-ı Saadete köprü yapıyor. Meselenin bizi rahatlatan tarafı da bu. Tanımlar çok net Üstadda… hiçbir tanımda karışıklık yok. Sultan Abdülhamid’in anayasasına karşı çıkanlar, tekfir etmişlerdi Sultan Abdülhamidi “Sen neden anayasayı çıkarıyorsun. Anayasamız kurandır” diye. Bu bir zahin yapısıdır. Bu gün gördüm sokağa yazmışlar: “Oy vermek Allah’a şirk koşmaktır. Oy verme!” bu aynı çizgidir işte…
Bu sloganlar bir yerde bir fabrikada hazırlanıyor. Ama bu malzemeyi üreten Siyasal İslam pazarını esas alıyor. Aynı fabrika bir yandan Siyasal İslamcılar için üretiyor, bir taraftan ırkçılar için üretiyor, bir taraftanda Kemalistler için üretiyor, bir taraftan komünist devrimciler için üretiyor. Yani hangi pazar hangi malı kullanacaksa ona göre ürün üretiyor. Ama üretim merkezi fazla değil Türkiye’de, bir veya ikidir. Amerika’da çok, Avrupa’da birkaç taneden fazladır. Ama Türkiye’de fazla değildir. Bir ikidir… Çünkü başka üretimhanelere müsaade etmez rejim. Yani fikir üretimine müsaade etmez.
Burdada Üstadı görüyoruz. Çok net tanımlar net duruşlar… Dine hizmet ederken siyaseti kullanma meselesi, sizin bürokrasiyi dine hizmet ettirmeniz, paranızı pulunuzu dine hizmet ettirmeniz, statünüzü dine hizmet ettirmeniz manasında anlaşılır. Hz. Hatice anamız herşeyini Peygamber Efendimize feda etmiş. Yani hizmet etmiş. Hepsini almış Peygamber Efendimize vermiş, demişki “Al kullan.” Ebubekir Sıddık aynı şekilde… Herşeyi dine feda etme noktasında bir yaklaşımdır. Fakat Siyasal İslam din ile bir yere ulaşma… Üstad buna, Sünuhat’ta şöyle işaret ediyor, elindeki Kur’ân’ı daha kuvvetli bir ele/himayesine versin, ta ki düşmesin Kur’ân… O aziz bir insandır. Ama ondan önce bir şey daha var, nedir o diğeri? Darbe geldiği zaman Kur’ân’ı kendisine siper ederse karşı tarafın ona olan kızgınlığını ve hücumunu arttırır ve Kur’ân’ı da kuvvetli bir elde mahrum eder diyor. İşte bu, Siyasal İslamcı zihniyetiyle herşeyini İslama feda edenlerin ayrıştığı bir çizgidir.
Soru: Bir de inhisarcı bir zihniyet görüyoruz. Bu zihniyet için Üstad, “Umumun mâl-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.” ifadesini kullanıyor.
Cevap: Evet çok önemli bir noktadır o. Zamanla ortaya çıkıyor. Demirel’le ilgili yazdığım yazılarda da bu konuşuluyor. Demirel’i dinsiz göstermeye çalışıyorlar. Niye dinsiz göstermeye çalışıyorsun? Halbuki herkesin şahit olduğu bir dindar demirel profili de var? Namazını kılmış, orucunu tutmuş, bir Anadolu insanıın dine sahip olduğundan fazla dine sahip olan bir insan profili var. Hayır bunun ortaya çıkmaması lazım, çünkü ortaya çıktığı zaman kendi tezleri kaybolacak. Yani “Bu Demirel, demokratların başındaki bu adam dinsizdir, ben de dindarım!” Burada tamamen inhisarcı davranıyor.
Soru: Bu anlayışın ve yaklaşımın insanlar ve toplum üzerinde ne gibi zararları oluyor?
Cevap: Evvela ona ne faydası var. Ordan bakmamız lazım. Sen bu silahı niye kullanıyorsun. O diyor ki “Ben şu hedefe ulaşmak istiyorum. Ben bunu kullanmak zorundayım. Yani benim, demokrasi, insanlara hizmet, kendi kabiliyetlerim, ne biliyim böyle birşeyim yok şu anda. Ben bu seçimi alamam. Ama bu dinle bir yere gelebilirim. Menfaat elde etmek için kullanabilirim.”
Üstad bunu Kastamonu Lahikasında Feyzi ile Emin abinin sorduğu soruya verdiği cevapta da bunu açıklıyor. Diyor ki: kendi menfaatini dinin menfaati milletin menfaati yerine koyuyor. Kendi menfaatini merkezileştiriyor, herşeyi onun etrafında çeviriyor. Demek ki dini siyasete alet edenlerin birinci meselesi menfaat, din değil. Üstadın dediği gibi cüz’ünü bir şekerleme parasına satmak var. Bu da menfaattir. Çıkış noktası evvela menfaat. İkincisi acaba sadece kendi menfaatleri mi? Yoksa onların arkasında daha yüksek bir menfaat var mı? Şimdi olabilir, nasıl ticarette birisi alıyor diğerine de satıyor ya, aracılar da kazanıyor. İmalathane de kazanıyor, aracılar da kazanıyor. Şimdi bunun esas imalathanesi neresi? Yukarıya çıktığın zaman Türkiye’de demokrasiyi istemeyen, Türk milletinin kendi değerlerine dönüşünü istemeyen, geleneklerine karşı olan bir zihniyet var Türkiye’de. Bu zihniyet diyor ki, “Herşeyi ben dizayn ederim. Herşey benden sorulur. O zaman benim direk demokratlarla demokrasi ile mücadelem şu anda mümkün değil, ben araya bir araç kullanmam lazım. Nedir o araç? Siyasal İslamcılardır.” Erbakan’ın ortaya çıkışı budur. Erbakan’dan önceki siyasal İslamcıların ortaya çıkışı budur.
Kemalizm aradaki aracıları kullandıktan sonra başarıya ulaşmış. “Yani Demokrat partisinin ve Demokrat partinin devamı olan Adalet Partisi’nin yüzde 55 reyi var. Şimdi ben bununla eğer yüzde 20 düşürürsem benimle aynı seviyeye gelir, tek başına iktidar olamaz. Ondan sonra ben onu iktidar yolundan alıkoyarım. Tek başına milletin istediği bir anayasayı da yapamaz.” Yani Zaten demokratların en büyük arzuları milletin reyiyle kabul bir anayasa hazırlamak. Hesap kitap hep buna göre yapılmış. Yani yalnız iktidar olmak değildir. Yani demokratları tek başına bir anayasa hazırlamaya müsaade etmemek. Buna da kim yardımcı oluyor. Siyasal İslamcılar yardım ediyor.
Zaten 12 Eylül’den sonra da tamamen mesele Kemalizm ile Siyasal İslam arasında gitmiş gelmiş, üçüncü bir yol yok. Yani 12 Eylül’den sonra Siyasal İslam’la Kemalizm’in hâkimiyeti devam ediyor. Yani kendisi 12 Eylül’le birlikte bir şablon bir çerçeve ortaya koymuş. Bu çerçeveye kimseyi yanaştırmamış, kanunlarını yönetmeliklerini hazırlamış. Bunun içine oturabilen yardımcı olabilecek unsurlar nedir? Kısmen ırkçılık ama daha çok Siyasal İslamcılar… Bugüne kadar da 35 senedir getirmiş.
Soru: Bediüzzaman Eşref Edip ve Büyük Doğucularla ilgili olarak, “Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler imân hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz—fakat siyaset noktasında değil.” Bunu nasıl anlamalıyız.
Cevap: Siyaset noktasında değil derken de onların niyetinin siyasette din olmadığını ortaya koyuyor Üstad Hazretleri. Belki Eşref Edip ve Osman Yüksel Serdengeçti gibi birkaç kişinin niyetleri halis olabilir. Ama hareketin niyeti din değil. Hareketin niyeti yine dünya. Üstad Hazretleri diyor ki, “Eğer Risale-i Nur’a serbestiyet verilse idi, siz bu kitapları satsaydınız, Risale-i Nur Talebeleri bir statü kazansaydı, siz bunların üzerinde ehl-i dünyaya hoş görünecektiniz. Bu ise hizmetimize büyük zarar getirecekti” diyor. Nurculuğun içinde de bu sıkıntı var yani. Şu anda sizin bulunduğunuz itilen kakılan pozisyon Nur Talebeliği yarın öbürgün yükselen bir değer olabilir. O zaman siz nasıl davaranacaksınız. Vazifeleriniz ne, nelerle uğraşacaksınız. Yine bu fedakârlığı bu istiğnayı her meseleyi İslama ve Kur’ân’a feda etme yolunu mu takip edeceksiniz yoksa size gösterilen ilgi ve alakaları dünya noktasında mı değerlendireceksiniz?
Soru: Bir de Bediüzzaman Hazretlerinin “Euzubillahimineşeytani vessiyaset” sözü var, bu konuda neler söylersiniz?
Cevap: Üstad Hazretleri bunu Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’a geldikten sonra buradaki ayrışmayı gördüğü zaman, dışardan Osmanlıya müdahale edecek kadar, siyasal İslamcılarla yaptığı çalışmaları görüyor Üstad Hazretleri. Ve “Benim siyasî görüşüm tarafım partim kazansın da isterse Osmanlı kaybolsun, isterse ordu mağlup olsun… Önce benim şeyim…” Böyle bir anlayış var. Kendi fikr-i siyasisine mutabık olan kişiyi münafık da olsa ona rahmet okutması, eğer muhalifse salih de olsa onu tekfir etmesi, 1917-18’deki Osmanlı siyasetinde gelinen nokta… Üstad, bu anlayıştan korktum ve “Euzubillahimineşşeytani vessiyaset” dedim diyor. Yani bu siyasetten. Zaten ondan öncede Üstadın siyaset tanımı var. İstanbul siyaseti İspanyol nezlesine benzer diyor. Yani kişinin kendi muhakemesini kontrol edemeyecek şekilde gayr-i insiyaki konuşması. Yani insan çok uykusuz olur, biyolojik, fizyolojik bir vaka vardır vücutta, konuşurken kendinde değildir o. Yani hastalık yapar bunu bu şekilde. Yani ne konuştuğunun farkında değildir. İşte İspanyol hastalığının böyle bir özelliği varmış. O hâle getirirmiş. Bir de orada bir tenvim olayı var. Tenvim ile telkin eder diyor. Yani ne yapıyor, biz müteharrik-i bizzat değiliz müteharrik-i bilvasıtasıyız. Bu belkide Said Nursi Hazretlerinin siyasete bakan belkide en önemli prensibidir. Türk siyaseti İslam alemi siyaseti müteharriki bizzat değil. Birisi üflüyor biz oynuyoruz. O zaman dışardan gelen hareket nereden geliyor. Üfleme kimin üflemesi? A cereyanının üflemesi mi, B cereyanının üflemesi mi? Yani bizimle mutabık olan cereyanlar var. Bize karşı olan bir cereyanın üflemesi ise o zaman bizi tenvim ediyor o. Tenvim ederek bizi uyutuyor. Uyuturken biz de onu kendimiz söylüyormuş gibi oluyoruz. Hipnozdur bu aynı zamanda. Ve diyor, aynı zamanda eseri tahribatı icra ederiz. Yani apartmanın 5. katında hipnoz eder kişiyi, sonra pencereyi açar der ki “buyrun bahçeye çıkalım.” Halbuki 5. kattadır. Onu penecereden atıyor aşağıya. O bahçeye çıkıyorum diye çıkar ama pencereden aşağıya düşer. Bu eseri tahriptir. Orada asammane kelimesi var. Sağırcasına, yani duymuyor. Çocukken dikkatimi çekerdi bazıları uyurgezerdir. Yatağından kalkar, yatağını koltuğunun altına alır, çıkar. Konuşursun, seninle hiç konuşmaz. Uyuyordur o aslında. İradesi yerinde değildir.
Soru: Üstad “Bu vatanda şimdilik 4 parti var” diyor. Siyasal islamcılar dediğimiz cereyan bu 4 cereyandan birisi. Bu cereyan Allahü alem kıyamete kadar devam edecek. Ortadan tamamen kalkması mümkün değil. Bu siyasî anlayışın İslama/Müslümanlara zarar verdiğini de görüyoruz. Ama bunun panzehiri de elimizde var. Risale-i Nur’da vaz edilen ölçüler. Üstad diyor ki “Risale-i Nur’a her taifeden muhtaç olanlar var.” Risale-i Nur’un imanî ölçülerine olduğu gibi siyasî ölçülerine de muhtaç olanlar var. Belki de en fazla muhtaç olanlar Siyasal İslamcılar dediğimiz kitle. Biz bu ölçüleri bu insanlara onları kışkırtmadan, incitmeden nasıl anlatabiliriz?
Cevap: Bu kitabın neşrolmasının esas sebebi budur. Burada ne var, Asr-ı Saadet’ten zamanımıza kadar bu hadisenin hikâyesi kısaca anlatılıyor. Hikâyesi anlatıldıktan sonra tanımlar ortaya konuyor. Bir de eğer siz doğru tanım yapmazsanız. İnsanlar yine yanlış yapmaya devam ederler. Evvela tanımları doğru yapacaksınız sonra kurallarını koyacaksınız. Kuralları siz tek başınıza koyamazsınız. Kuralları toplum koyar. Cemaatler koyar. Tanımları yapıp kuralları koyduktan sonra orada tam bir netleşme meydana geldikten sonra eğer kişi ona rağmen o sahaya giriyorsa o artık herkes tarafından biliniyordur yani… Çünkü onun yanlış olduğunu herkese biliyor. Artık orada fluluk yok bir netlik var. Bu adam ne yaptı dini siyasete alet etti. O tarafa meyletti yani… Yani bir kişi bilerek bir günahı işliyorsa bilerek bir kusuru işliyorsa sizin söyleyebileceğiniz bir şey yok ki… Yapıyor yani… Aklı başında… Diyorsunuz ki yanlış yapıyor, imtihanı kaybediyor. Şimdi biz Risale-i Nur’da çok farklı yerlerde birbirinden uzak birbiriyle irtibat noktaları nazara alınmamışlıktan dolayı birileri nur talebelerinin de Siyasal İslama maalesef bu tuzağa düşürdüler. Ve efendim işte bu da demokrattır. Bu da Müslümandır. Bu da şöyledir böyledir. Diye kendi kafasında vehmî olarak, bilerek mi yapıyor bilmiyerek mi yapıyor, onu bilmiyoruz. Meydana getirdiği bu manzaraların tamamen bir netleşmesi bu kitapta söz konusu. O manada prensipleri ortaya koymuş olduk. Bir de bir labaratuar çalışması var. Bunlar belgeli… Geçmişte olmuş, herkesin de şahit olduğu tarihe mal olmuş hadiselerdir. Kalkıp kimse “Bu olay nazarîdir. Yalnız siz bir hikâye anlatıyorsunuz. Başka birisinden bahsediyorsunuz. Bana anlatmıyorsunuz…” deme şansı yok. Hayır ben sana anlatıyorum. Bak burada bütün detaylarıyla özellikleriyle sen burada sözkonususun. Senin bir yere kaçma imkanın yok. Burada net bir ifade var. Net ifadeyi getirirken de mümkün olduğu kadar tarafirliklerden hissiyattan muhatabımızı üzmekten rencide etmekten mümkün olduğu kadar kaçındık. Yani şeriatın o gıybet çerçevesini su-i zan yasaklarını nazarda tuttuk. Bir de velev ki yanlış yapılmış olsa bile o yanlışı yapanların arkasında gidenlerin tarafgirlik yapmasınlar diye kesin çizgi koymadık. Prensiplerle farkındalık oluşturmaya çalıştık. Mümkün olduğu kadar o işi işleyen kişiye de “evet bu böyle olmamalı” sözünü söylettirmeye çalıştık. Yani kendisi bir iş yapmışsa, bir parti kurmuş, biz demişiz ki “Kardeşim sen bu partiyi kurmuşsun. Ama bu parti şöyle şöyle zarar verecek. Hiç olmazsa sen şimdi iktidara talip olma!” demişiz. O da demişki “Evet ben iktidara talip olduğum zaman zarar ettim.”
Soru: 28 Şubat sürecinde, yanlış hatırlamıyorsam, bir siyasi parti lideri “Bizi iktidara getirip perişan mı etmek istiyorlar” minvalinde birşeyler söylemişti. Hakikaten de öyle olmuştu. Şu anda Mısır’daki ihvanın durumu da öyle, yani iktidara geldiler perişan oldular.
Cevap: Bütün hareketler öyle. Şimdi müteharrik-i bizzat değilsen müteharrik-i bilvasıta isen, birileri seni getirecekler, ama ne kadar kullanacaklar ne zaman kadar kullanacaklar, onu sana söylemezler yani. Olay başladıktan sonra sen süreci durduramazsın. Burada o arkadaşlarımıza eğer vicdanları yerindeyse bozulmamışsa çok aşırı bir tarafirliğe girmemişlerse “Evet bu mesele doğrudur. Bizim böyle yapmamamız lazım!” sözünü söylettirmek istedik bu kitapla mümkün olduğu kadar.
Soru: Nur talebelerinin son yıllardaki siyasetle ilişkileri konusunda ne söylemek istersiniz?
Cevap: Nur talebeleriyle, Nurculukla, Said Nursî’yle, siyaset çok içiçe girdi. 12 Eylül’den sonra. Özellikle bu Fethullah Hoca hareketiyle başlatıldı. Sonra Fethullah Hoca hareketi tukaka edildi. Bu defa Üstadın talebeleri ekranlara çıkarıldı. Onların dilinden kaleminden mektuplar yazıldı. Ekranlarda onlara ait beyanatlar çıkarıldı. Şu resim verildi: Yani Nurcular artık demokrat değildirler. Nurcular Siyasal İslamı yani AKP’yi destekliyorlar.” diyorlar… böyle bir hava meydana getirildi.
Soru: Nurcuların AKP’yi destekledikleri ve demokrat olarak gördükleri söyleniyor. Bu konuda ne dersiniz?
Cevap: Evvela demokrasinin tarifi var. Demokratlığın tarifi var. Türkiye’deki hadiselerin bir çıkış noktası var. Yani her hadise her ihtilal kendisinden sonra bazı şartları meydana getirmiş. Her siyasî hareketin bir doğuşu var. Bir yavru doğduğu zaman hemen annesine bakacaksınız. Yani doğurana bakacaksınız. Çünkü onu takip edecektir. Şimdi, bir ihtilal oluyor, o ihtilal bir parti doğuruyor. Siz kalkıp “Bu parti demokrattır” diyorsunuz. Ve bunu heryerde demokrat olarak anlatıyorsunuz. O zaman size sorarlar bu ihtilal olmasaydı. Bu parti olacak mıydı. Olmayacaktı. Peki, millet mi bu partiyi meydana getirdi. Hayır, silahlı müdahale getirdi. Askerî müdahele getirdi. O zaman bu parti nasıl bir demokrat parti oluyor? Bunun izahını nasıl yapacaksınız? İkincisi, demokrasinin kendi şartları var. Bu partiler kurulduğu günden bugüne yani hem idare sistemi hem işleyiş tarzı hem milletle ve dinle olan münasebetleri, dış politika münasebetleri itibariyle demokratların kendilerine göre prensipleri var. Bunlar yazılıdır çizilidir dünyanın her yerinde aynıdır bunlar. Peki, bunlar bunlara ne kadar riayet edebilmiş. Zaten biz kurulduğu gün dedik ki bu yanlıştır. Bu bir projedir, bu bir parti değildir dedik. Bu millete ait bir olay değildir. Bize göre demokrasi 12 Eylül’de inkitaa uğradı. Bunlardan sonra hep demokrasi adına yapılmış olan senaryolardır. Tiyatrolardır. Nur talebelerinin ellerine Bediüzzamanın rahmetli Menderes’e yazdığı mektupları verip. Bu mektupları sanki Said Nursî Menderes’e yazdığı gibi AKP’ye de yazmış gibi okutarak böyle bir anlayış meydana getirmek istediler, ama hiçbirisi doğru ve uygun değildi. Ve zamanla bunun öyle olmadığı ortaya çıktı. Fakat şu önemli eğer bugün siz “Akp demokrat değilmiş” derseniz, neden demokrat olmadığını anlayamazsanız, yarın başka birisi çıkar AKP olmaz da BKP olur. Yine sizi yolda yakalar başka bir felakete götürür. Sizin demokrasinin kurallarını bilmeniz lazım. Bediüzzaman Said Nursî’nin siyasete bakışını öğrenmeniz lazım. Yani Bediüzzaman Said Nursî’nin yaptığı demokrasi tarifleri var. Hangi demokratları desteklemiş, demokratlara ne söylemiş. Siyasetle dine hizmet etmek isteyenlere ne söylemiş. Milliyetçiliği söylemek isteyenlere ne söylemiş. Hatta halk partisine ne söylemiş. Bunların hepsinin yerleri var. Biz bunları yerinden öğrenirsek önümüze başka bir hareket çıkıp bizi tutmaz.
Soru: Bir de Menderes’e sahip çıkıyorlar. Ondan sonra gelen Adalet Partisi’ni Demirel’in olduğu yılları Doğruyol Partisi dönemini atlıyorlar Özal’a sahip çıkıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap: Şimdi bunların Menderes’e sahip çıkması bir zihin tutulmasıdır. Yanılgı içerisindeler. Çünkü Menderes’in oğlu Aydın Menderes bunlarla beraber bir süre yürüdü. Fakat bunlar Menderes’i tanımıyorlar. O dönemi tanımıyorlar. Tek parti dönemine, Kemalizm’e, ciddi bir itirazı olmayan kişinin demokrat dönemine sahip çıkması mümkün değildir. Çünkü Demokrat Parti Tek Parti’nin karşısında kurulmuş birşeydir. Onun içinden çıkmış ve karşısına dikilmiş. Kemalizm’e, kemalizm’i devam ettiren İsmet Paşaya halk partisine siz itiraz etmeyeceksiniz. Sonra gelecekseniz Demokrat Partiye sahip çıkacaksınız. Bu mümkün değil eşyanın tabiatına aykırıdır. Ha, Özal’a sahip çıkmaları gayet güzeldir. Çünkü Özal bir ihtilal ürünüdür. İhtilalin neticesidir Özal. Ha, Demirel’i niye almadılar. Menderesi alıyorsun Özal’ı alıyorsun Demirel’i atlıyorsun Erbakan’ı alıyorsun, Demirel’i almıyorsun. Bu büyük bir rahmettir demokratlar açısından. Yani bir hakikattir çünkü alıp kirleteceklerdi onlar. Neden kirleteceklerdi çünkü Demirel’in onlarla bir alakası yoktu. Yani felsefe olarak çizgi olarak onlarla bir alakası yoktu. Demirel ihtilallerin karşısında durmuş. İhtilallerle mücadele ederek Türkiye demokrasisinin önünü açmış, kanunlarını düzeltmeye çalışmış. Hak ve hürriyetler platformunu genişletmeye çalışmış. Türkiye’nin dışardaki saygınlığını arttırmaya çalışmış. Milletini mümkün olduğu kadar refah içinde yaşatmaya çalışmış. Kendine ait bir üslubu ve felsefesi var. Eğer siz bunu götürüp Erbakan’la Özal’la ve bazı diğerleriyle aynı sıraya koyarsanız o Demirel’e büyük bir hakaret olur.
Kitapla ilgili üzerinde durmak istediğimiz şey şu: Ben Nurcuyum diyen insanın burada söylemesi gereken bir söz var. Çünkü kitabın ismi Siyasal İslam ve Nurcular. Ben Nurcuyum diyen kişinin menfi yada müspet konuşması lazım. Bu çok önemli. Bir burada bir tez ortaya koyuyoıruz. Nurcular diyoruz, Yeni Asya demiyoruz. Fethullah Hoca da bunun içindedir. Çünkü şimdiye kadar Fethullah Hocayı Nurcu olarak lanse ettiler. Hâlâ da zaman zaman sağda solda Nurcu diye anlatıyorlar. Mutlaka söylenmesi gereken bir şey var bu meseleyle ilgili.
İkinci önemli bir husus: Artık Nurculuk kitabî bir döneme geçti. Belge bilgi ve müşahhas delillerle yürüyecek bir döneme geçti. Şimdiye kadar Nurculuk Bediüzzaman Said Nursî etrafındaki halkalar, kulaklı tabaka, hatıralar, onların yaşayış tarzları Nurculuk üzerinde etki sahibi oluyordu. Artık o dönem kapandı. Yeni bir dönem başladı bundan sonra Risale-i Nur’un içerisinde kendi iddiasına ve kendi düşüncesine mesned bulamayan hiçbir fikir Nurcuları bağlayamayacak. Yani herkes Risale-i Nur Külliyatı’na müracaat edecek, fakat bu kişisel müracaat olmayacak. Kollektif müracaat olacak. Yani birisi tek başına kalkıp bir yerde “Ben bundan bunu anlıyorum” deme lüksüne sahip değil. Yazdığı zaman onu çağırırlar, oturturlar derler ki “Gel bakalım, sen Risale-i Nur’la ilgili Üstadımızla ilgili Nurculukla ilgili böyle bir şey yazmışsın gel bakalım bunu konuşacağız. Eğer doğru yazmışsa doğru yazmış, eğer yanlış yazmışsa onun faturasını ödeyecektir. Eskiden “Sen de Nur talebesisin ama hangi fraksiyondansın…” bundan sonra hangi fraksiyon kelimesi olmayacak. Fraksiyonların dönemi bitecek. Neden? Çünkü kitabî olunca üniversiteler, ilim adamları, araştırmacılar devreye girecek ve herkes artık Risale-i Nur’un neresinde ne var ne yok bunu bilecek. Şimdiye kadar Risale-i Nur biraz meçhuldü. Herkes bilmiyordu. Bundan sonra birçok meseleyi herkes bilecek. Artık delilsiz, kitaba uygun olmayan, geleneğe uygun olmayan hiçbirşey kabul edilmeyecek. Bu kitap bunun kapısını açıyor. Ve siyaset en netameli bir konudur. Zaten geçen gün kitap fuarında kitabın kapağını şöyle bir okuduktan sonra geri geri gidiyor adam. Çünkü kolay bir şey değil ki siz ateşi tutuyorsunuz elinizle… Evvela artık siyaset yıpratılmış Türkiye’de ve siyasete negatif bir mana kazandırılmış. İkincisi Nurcular, Fethullah Hoca’dan dolayı herkes köşebucak kaçıyor. Diğerleri de zaten AKP’yi desteklemişse… Çünkü bizim yakın arkadaşlarımız yakın zamana kadar Tayyib Bey için siyaset alemindeki mehdî diye konuşuyorlardı. Bu seçimden sonra bu yanlış galiba, beklediğimiz bu değil siyaset alemindeki mehdî bu değil diye tashihi efkâr etmişler.
Soru: Müfid yükselin attığı twitler hakkında ne diyorsunuz? Geçenlerde şu twitleri attı kendisi:
“Kürtler, Mevlana Hâlid-i Şehrezori’yi, Bediüzzaman’ı görmedi/göremedi ama Aram Tigran’ı gördü ve maalesef tercih etti. Esas travma burada”
“Salih Özcan, Arap âlemine Bediüzzaman’ı tanıtıp, Risaleyi neşredeceğine Arap âleminden ideolojik selefiliğin literatürünü ithal edip yaydı.”
“İslamcıların ve Kürtlerin Bediüzzaman’ı görememelerinin/görmemelerinin bu ülkeye bedeli ağır oldu.”
“İslamcılar, Bediüzzaman’ın “Müsbet Hareket” metodunu, “Pasifizm” olarak algılayıp/dışlayarak İslam Dünyasını büyük bir fırsattan mahrum etti”
Sizde kitabınızda benzer şeylerden bahsediyorsunuz yanlış hatırlamıyorsam.
Cevap: Yeni Asya’nın vazifesi şu: Biz en az 3 yıl önden yürümek zorundayız. 3 yıl sonra bizim bulunduğumuz yere toplum gelecektir. Çünkü biz Bediüzzaman Said Nursî’yi müceddit kabul ediyoruz. Müceddit demek öncü demek, önden giden demek. Biz önden gitmek zorundayız. Müfit bey şimdi bunları söylüyor biz bunları geçmişte konuştuk. 3 yıl önce konuştuk. makalelerimizde var. Neden Salih Özcan’ı gündeme getirdim? Salih Özcan’ın kendi içimizde bize çıkardığı sıkıntıları biz Kutlular Abiden duyduk. Diğer abilerden duyduk. Bir de Salih Özcan’ın Araplarla, yani Salih Özcan orada Nurculuğu kullanmış. Sonra banka sahibi olmuş. Faysal Finans Türkiye kurucusu Salih Özcan. Milletvekili olmuş. Siyasette bunu kullanmış. Çok ilginçtir Risale-i Nur’u gölgelemiş. Dışardan gelen Siyasal İslam fikirlerine kapı açmış. O bir tabiri caizse karşılığı idi. “Yani sen bizimle çalışırsan bunu yapmak zorundasın!” Yani bu karşılıklıdır, yani Salih Özcan isteyerek onları yapmamıştır, mecbur olmuştur. Yani anlaşma gereği… Araplardaki Siyasal İslamla, İhvan ve diğerleriyle… O onları ithal edecek onlarda imkan verecek. Emirdağ Lahikası’ndaki Seyyid Salih profili ile sonra Nurcuların karşılaştığı Salih Özcan profili arasında çok fark var. Seyyid Salih profilinde bir kahramanlık var, dikkat var, yürümek var, birşeyi elde etmek var, Üstadına bağlılık var, İslama ciddi bir taraftarlık var. Ama Üstad vefat ettikten sonra alıyor bu profili kullanıyorlar. Kullanan Kemalizm yine… Siyasal İslamı Kullanan Kemalizm. O dönemde MİT Siyasal İslam kitaplarını tercüme ediyor.
Soru: Müfid Yüksel’in “Biz İhvanın Nurculaşmasını beklerken bizim bazı Nurcular İhvanlaştı” diye bir tespiti var.
Cevap: Bu da güzel bir tespit ve doğru…
(841)